Haçlılar adı altında Avrupa’nın değişik milletlerine mensup, her sınıftan sayısız insanın katılmasıyla oluşan böylesine büyük orduların sefere çıkması, daha önce hiç yaşanmamış bir olaydı. Tarihçi Anna Komnena’ya bakılırsa „Batı dünyasının bütün barbar kavimlerinin harekete geçtikleri“ haberini alan imparatorun ve Konstantinopolis halkının içini büyük bir korku kaplamış, hatta bütün tebaanın huzuru kaçmıştı.
Haçlı Seferleri, Papa II. Urbanus’un 27 Kasım 1095’te toplanan Clermont Konsili’nde „kutsal toprakları kurtarmak“ parolası altında yaptığı çağrı ile başlamıştı. Urbanus’un hareketi başlatmak için ihtiyaç duyduğu fırsatı ise Bizans İmparatoru I. Aleksios Komnenos (1081-1118) yaratmıştı. Aleksios, yarım yüzyıldan beri Anadolu’ya yerleşmekte olan Türklere karşı koyacak yeterli askeri güce sahip olmadığından, ordusunu kuvvetlendirmek için Batı’dan ücretli asker yardımı istiyordu. Ancak Urbanus imparatorun bu isteğini, Batı’nın kavgacı şövalyelerini, topraksız köylülerini, açlık ve sefalet içinde yaşayan insanlarını, para ve toprak sahibi olacakları düşüncesiyle zengin Doğu’ya askeri bir sefer düzenlemeye teşvik ederek karşılamanın Avrupa bakımından çok faydalı olacağına karar vermişti. I. Aleksios, Batı’nın ücretli asker yardımı yerine muazzam büyüklükte ordular göndermeye hazırlandığını öğrenince endişeye kapıldı. Orduların yiyecek ve diğer ihtiyaçlarının sağlanması ve bunların yol boyunca yerli halka zarar vermemeleri için önlemler alındı, gerekli hazırlıklar yapıldı.
Sayıları yüz binleri aşan Haçlı orduları Konstantinopolis’te konakladıktan sonra Anadolu’ya ve doğuya geçti. Konstantinopolis her ne kadar zenginliği, ticareti, sosyal yaşamı ile bütün Haçlıların hayranlığını çektiyse de dilini, örf ve âdetlerini bilmedikleri hatta kiliselerindeki ibadet şekilleri bile kendilerine çok yabancı olan bu şehir, onlarda aşağılık duygusuyla karışık bir hırçınlık yaratmış ve kıskançlık duygularını körüklemişti. Bu sebeple Haçlılar ile Bizanslılar arasındaki ilişkiler, başlangıcından itibaren soğuktu ve karşılıklı nefret duygularına dayanmaktaydı.
Birinci Haçlı Seferi
Haçlı seferine çıkan ilk ordu, Keşiş Pierre l’Hermite’in idaresinde toplanmış disiplinsiz bir çapulcu kitlesiydi. Belgrad’ı geçerek Bizans topraklarına girer girmez yağma hareketlerine başlayan bu güruh zorla disiplin altına alındıktan sonra 1 Ağustos 1096’da Konstantinopolis’e geldi. Görünüşleri ve davranışları ile kent halkını dehşete düşüren Haçlılar şehir surlarının dışında dağınık şekilde kamp kurdular. Reisleri Pierre l’Hermite saraya davet edildi, kendisine para ve hediyeler sunuldu; ancak görüşme sonunda l’Hermite’in kumandanlık vasıflarına sahip olmadığı anlaşılmıştı. Surların dışında yığılmış çapulcu kalabalık da Türklere karşı savaşacak yetenekte bir ordu değildi. Bu sebeple arkadan gelmekte olan ve asillerin idaresindeki büyük ordular varıncaya kadar bunların kentin civarında alıkonulmasına karar verildi. Fakat içlerinde hırsızların, hatta katillerin bulunduğu bu insan gruplarını kontrol altına almak mümkün olmadığı için Haçlılar 6 Ağustos’ta Boğaz’dan Anadolu yakasına geçirilerek Kibotos (Yalova yakınlarında) karargâhına yerleştirildiler. Arkalarından gelen Haçlı ordularını beklemeleri tavsiye edilen Haçlılar bu tavsiyelere kulak asmayarak çevreyi yağmalamaya, kim olduğuna bakma dan insanları vahşice öldürmeye başlamışlardı. Elde ettikleri bu başarılardan cüret alan Haçlılar 21 Ekim 1096’da Nikaia (İznik) üzerine yürümeye kalkıştılar. Ancak burada beklemedikleri bir şeyle karşılaşacaklardı; Selçuklu orduları tarafından kılıçtan geçirilen Haçlı ordularından sadece küçük bir Haçlı grubu imparatorun gönderdiği gemilerle Konstantinopolis’e dönmeyi başarabilecekti.
1096 sonbaharından itibaren Birinci Haçlı Seferi’ne katılan asıl büyük ordular birbiri ardınca Konstantinopolis’e gelmeye başlamışlardı. Aralarında Aşağı Lorraine Dükü Godefroi de Bouillon, Toulouse Kontu Raymond de St. Gilles, Fransa kralının kardeşi Kont Hugue de Vermandois, Robert Guiskard’ın oğlu Norman reisi Bohemund, İngiltere kralının kardeşi Robert de la Normandie gibi çok ünlü asilzadelerin bulunduğu bu orduların gerçek amaçlarının Doğu’da kendilerine ait devletler kurmak olduğunu anlayan ve böyle bir girişimin Bizans açısından yaratacağı tehlikeyi önlemek isteyen imparator Aleksios, Haçlı şövalyelerinden Batı âdetlerine uygun bir şekilde kendisine vasallık yemini vermelerini istedi. Buna göre, Haçlılar Türklerden geri alınacak eski devlet arazisini Bizans’a teslim edecekler, imparatorluk sınırlarının ötesinde kuracakları Haçlı devletçikleri de Bizans’ın egemenliğini kabul edeceklerdi. Buna mukabil Bizans da Haçlıların sefer boyunca yiyeceklerini ve diğer ihtiyaçlarını karşılayacaktı.
Kasım 1096’da şehre varan Fransız Haçlı ordularının şefi Hugue de Vermandois bu konuda söz vermeye razı olduysa da 23 Aralıkta gelen ve karargâhını Eyüp’te kuran Godefroi de Bouillon’un bu yemini vermeye niyeti yoktu. Nitekim I. Aleksios Godefroi de Bouillon’u yemin vermeye zorlamak için birliklerine yiyecek vermeyi kesince bu davranışının bedelini uzun süren bir çatışma ve yağma hareketi ile ödedi. Haçlı orduları, civar köyleri talan ettikten sonra bölgede görevli olan Peçenek birlikleri ile kapıştılar. Bununla da yetinmeyerek başkente karşı saldırıya geçtiler. Pera (Beyoğlu) civarında yerleştirildikleri tüm evleri yakıp yıktıktan sonra „Paskalya’nın yeşil perşembesi“ olan 2 Nisan 1097’de kentin en kutsal mekânlarından birini barındıran Blahernai Mahallesi’nin kapısını ateşe verdiler. Bu davranışları şehirde büyük bir panik havası yaratmıştı. Ancak imparator soğukkanlı davranacak ve Haçlıları geri çekilmeye zorlayacaktı. Haçlılar anlaşmaya yanaşmayınca Bizans birlikleri karşı saldırıya geçti. Ummadığı bir dirençle karşılaşan Godefroi de Bouillon vasallık yemini etmeye razı oldu ve birlikleri Kalkedon (Kadıköy) yoluyla Nikomedia’ya (İzmit) doğru yolcu edildi.
Bu bela yeni savuşturulmuştu ki Bohemund komutasındaki Güney İtalya Normanlarının oluşturduğu birlikler başkente vardılar. Ancak Bohemund bir önceki komutanın yaptığı hatayı yapmadı, çünkü seferinin başarılı olması için Bizans’ın katkısının önemli olduğunu biliyordu. Böylece Bohemund vasallık yeminini ettikten sonra 26 Nisan’da Boğaz’dan geçirilerek Anadolu’ya doğru yolcu edildi. Ardından yol boyunca çapulculuk yaptıktan sonra şehre gelen Raimond de St. Gilles’in komutasındaki birlikler ağırlandı. İmparatora yemin vermekte önce tereddüt eden, ancak daha sonra anlaşmaya razı olan Raimond de St. Gilles, ilginç biçimde ileriki yıllarda da imparatorun dostu olarak kalacaktı. Mayıs 1097’de Flandre kontu Robert’in ve Robert de la Normandie ve Etienne de Blois’nın orduları kente ulaştı. Kendilerinden önceki Haçlı ordularının tümü Boğaz’dan geçirilmiş olduğundan, bunların Konstantinopolis’te kaldıkları 14 gün huzur ve zevk içinde geçti. Onlar da vasallık yeminini ettikten sonra, Nikaia önlerinde toplanan ana orduya katıldılar. Böylece şehir halkını 9 ay boyunca huzursuz eden büyük Haçlı dalgası atlatılmış oluyordu. Ancak çok değil, 4 yıl sonra yeni bir Haçlı ordusu, 1101’de şehri tekrar tarumar edecekti.
İkinci Haçlı Seferi
1144’te Edessa’nın (Urfa) Selçuklu Emiri İmadettin Zengi tarafından geri alınışı üzerine Doğu’daki egemenliklerinin tehlikede olduğunu gören Avrupalılar, Papa III. Eugenius’un gayretleriyle yeni bir Haçlı seferi başlattılar. 1147 yılı ilkbaharında Fransa Kralı VII. Louis’nin ve Alman Kralı III. Konrad’ın yönetimindeki ordular Konstantinopolis’e doğru yola çıktılar. Konrad’ın baldızı Bertha von Sulzbach ile evli olan imparator, önce bacanağını Filopation Sarayı’nda konuk etmeye ve orduların da sarayın çevresine yerleşmesine razı ettiy se de bu barış hali uzun sürmedi. İmparatoriçe Bertha von Shulzbach sayesinde Boğaz’dan geçirilen Almanların yerini Fransız orduları alacak, Konrad’ın boşaltığı saraya VII. Louis yerleşecekti. Fransız orduları kısa süren bir konukluktan sonra vasallık yemini ederek şehirden ayrıldılar. Nikaia’da, imparatorun tavsiyesine uymayarak doğuya doğru yönelen ve Dorylaion’da (Eskişehir) 2 Ekim 1147’de Türkler tarafından büyük bir bozguna uğratılarak gerisin geri dönen Almanlarla buluştular.
Birleşik ordu Attalia’ya (Antalya) gitmek üzere yola çıkmıştı ki Konrad Ephesos’ta (Efes) hastalanarak Konstantinopolis’e geri dönmek zorunda kaldı. Kendisini gayet dostça karşılayan imparatorun tutumundan etkilenen Konrad, kardeşi Avusturya Herzogu Henrich Jasomirgott ile imparatorun yeğeni Teodora’nın evlenmesini önerdi. Hatta iki dost hükümdar Bizans ve Almanya’nın ortak düşmanı Sicilya Kralı II. Roger’e karşı bir sefer yapmaya karar verdiler. Bu arada beklenen düğün töreni de yapılmış ve her şey yoluna girmiş görünüyordu ki 1148’de Haçlılar Şam önünde yenilgiye uğradı. Bu başarısızlık Alman Kralı Konrad’ı yolundan alıkoyduğu düşünülen Bizanslılara yüklendi. Hatta bu dönemde Avrupa’da Bizans’a karşı olumsuz duygular öylesine artmıştı ki Sicilya kralı ile anlaşan Fransa kralı, Bizans’ın üstüne derhal bir sefer düzenlemeyi bile düşünmüştü. Neyse ki bunlar hayata geçirilemedi ve Bizans yaklaşık 40 yıl boyunca Haçlı tehlikesinden uzak kaldı.
Üçüncü Haçlı Seferi
İkinci seferin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Avrupa uzun yıllar Fransa, İngiltere ve Almanya kralları arasındaki siyasi çekişme ve çatışmalara sahne oldu. Ancak 1187 yılında Kudüs’ün Müslümanlar tarafından geri alınması üzerine Avrupalılar yeni bir Haçlı ordusu oluşturmaya kalktılar. Sefere katılan Fransa Kralı II. Philip August ve İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard, Doğu’ya Sicilya üzerinden denizyoluyla gittiğinde herkes Konstantinopolis’in bu sefer şanslı olduğunu düşünmüştü, ancak durumun öyle olmadığı kısa süre içinde anlaşıldı. Çünkü gençliğinde amcası III. Konrad’ın yanında Haçlı seferlerine katılmış olan ve Bizans’tan nefret eden Alman İmparatoru Frederich Barbarossa karayolunu tercih etmişti. Barbarossa daha Macaristan sınırını geçer geçmez yağmalara başladı, Bizans’a karşı isyan etmiş olan Sırp Jupanı Stepah Nemenya ile Bulgar ayaklanmasının reisleri olan Petro ve Asen’i destekleyerek Bizans İmparatoru II. İsaakios’u büyük endişeye düşürdü. Barbarossa bununla yetinmeyerek oğlu Heinrich’e Bizans’a saldırmak üzere bir donanma hazırlamasını emrettiği gibi, papadan da Bizans’a karşı bir Haçlı seferi düzenlemek için izin istedi. Alman imparatorunun Konstantinopolis’i hem karadan hem de denizden kuşatacağından korkan İmparator II. İsaakios her şeye boyun,eğerek Barbarossa’yla anlaşmaya çalıştı. Alman hükümdarı 1189-90 kışını Adrionopolis’te (Edirne) geçirirken, verilecek cevabın ne olduğunu bilmeyen Konstantinopolis halkı surların arkasına sinmiş korku içinde günleri sayıyordu. Nihayet Alman orduları Kallipolis’ten karşıya geçmeye razı oldular ve Anadolu içlerine doğaı yola koyuldular. Tehlike bir kez daha savuşturulmuştu ancak Bizans’ın Haçlıların eline düşeceği günler yakındı.
Dördüncü Haçlı Seferi
1198’te papa seçilen III. İnnocentius, Avrupa’nın sayısız problemlerini çözmek için faydalı bulduğu yeni bir Haçlı seferi için Avrupa çapında büyük bir propaganda faaliyetine girişmişti. Kasım 1199’da Campagne Kontu
Thibaut’nun düzenlediği şövalyeler arası bir turnuvada Fransız asillerinin Haçlı yemini etmesiyle dördüncü seferin ilk adımı atılmış oldu. Neyse ki bu kez karayolu yerine denizyolundan Mısır’a gidilmesi düşünülüyordu. Bu nedenle, sadece gemilerinden taşımacılıkta yararlanmak için Venedik şehir devleti ile temas kurulmuştu. Ancak Venediklilerin planları başkaydı. Yoğun ticari ilişkiler içinde oldukları Mısır yerine düşmanları Bizans’ın üzerine gidilmesi işlerine daha çok geliyordu. 1201’de Thibaut’nun ölümü üzerine seferin reisi seçilen Boniface de Monferrat ile Venedik Doju Enrico Dandolo arasında çok önemli bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma uyarınca 1202 yılında Haçlılar Venedik’te toplanmaya başlamışlardı, ancak yolculuk için toplanan para yeterli değildi. Tam bu sırada kardeşi III. Aleksios Angelos (1195-1203) tarafından Bizans tahtından indirilmiş olan II. İsaakios’un oğlu Aleksios’tan bir mesaj geldi. Aleksios kendisini tahta çıkardıkları takdirde Haçlıların Venediklilere olan borçlarını ödemeyi, Mısır seferi için para ve yiyecek yardımı yapmayı ve 10 bin kişilik bir Bizans ordusunu da yanlarına katmayı taahhüt ediyordu. Ancak teklif beklenen etkiyi yaratmadı ve yıllardır içlerinde biriktirdikleri kini dökmek için bir fırsat yakaladıklarını düşünen Haçlı filosu 24 Haziran 1203’te Konstantinopolis önlerinde boy gösterdi. Halkın korku dolu bakışları altında Haliç girişini kapayan zinciri kırarak surlara doğru hücuma geçen Haçlılar, şehir halkının canla başla direnişine rağmen kente hâkim olmayı başardılar ve 1 Ağustos’ta taht iddiacısını, IV. Aleksios adıyla babasıyla birlikte imparator ilan ettiler. II. Isaakios ise çaresiz biçimde oğlunun bu yardım karşılığında Venediklilere vaat ettiklerini içeren antlaşmayı imzaladı. Ancak vaatlerin yerine getirilmesi imkansızdı. IV. Aleksios’un bütün zorlamalarına rağmen Bizans kilisesi Latin kilisesinin üstünlüğünü kabule yanaşmıyor, Haçlılara ödenecek para ise temin edilemiyordu. Paranın toplanmasını beklerken, şehri haraca kesen Haçlı birlikleri Şubat 1204’te IV. Aleksios’u tahttan indirerek yerine V. Aleksios Murtzuflos’u tahta çıkardılar ve Konstantinopolis’e doğru nihai saldırıya geçtiler. 6 Nisan’dan 13 Nisan’a kadar süren saldırılar sonunda, imparator, patrik ve pek çok asilin terk ettiği şehir Venedik Doju Enrico Dandolo ve Haçlı reislerinin eline geçti. Şehri bundan sonra çok kötü şeyler bekliyordu.
Konstantinopolis Haçlı birliklerince üç gün boyunca korkunç bir yağmaya tabi tutuldu. Bir şehrin böylesine yağma ve tahribinin tarihte benzeri yoktur. Batılı yazarlar bile Haçlıların Konstantinopolis’e karşı giriştikleri bu vahşi talandan duydukları utancı belirtmek ihtiyacı duymuşlardır. 900 yıl boyunca Hıristiyan dünyasının merkezi olan Konstantinopolis bu yağma sonucu bütün ihtişamını, zenginliğini, sanat eserlerini ebediyen kaybetmiştir. Bütün kiliseler, manastırlar, saraylar, kütüphaneler, kamu binaları yağmalanmış, paha biçilmez eserler, kutsal emanetler, ikonlar ve değerli eşyalar üzerlerindeki altın, gümüş ve değerli taşlara sahip olmak amacıyla tahrip edilmiş ya da çalınıp götürülmüştür. Hıristiyanlığın en kutsal mekânı sayılan Ayasofya’ya atlarıyla dalan Haçlılar buradaki tüm değerli ve kutsal eşyayı parçalamışlar, Blahernai Kilisesi başta olmak üzere tüm kutsal mekânlar bu acımasız ve kin dolu talandan nasibini almıştır. Bununla da yetinmeyen Haçlı askerleri, kadın-erkek, yaşlı-genç demeden halkı kılıçtan geçirip evlerini yakmışlar, kadınlara tecavüz etmişlerdir. Bu üç günlük çılgınlıktan sonra „Şehirlerin Kraliçesi“ Konstantinopolis’ten geriye sadece yıkıntılar ve ölüler kalmıştır. Haçlılar bundan sonraki 57 yıl boyunca Latin İmparatorluğu adıyla Konstantinopolis ve çevresinde hâkim olacaklar, Bizans topraklarını aralarında paylaşacaklardır.
Comment here
Du musst angemeldet sein, um einen Kommentar abzugeben.