Yakın bir geçmişte benim de hala öğrencisi olduğum İstanbul Üniversitesi öğrencileriyle günübirlik bir Edirne gezisi gerçekleştirdik. Hem öğrendik, hem eğlendik, hem de birlikteliklerimizi pekiştirdik.
Malum nedenlerden dolayı bir süredir Edirne’ye gitmeyince hasret giderdik, bol bol fotoğraf çektik. Dönüşte Edirne’nin tatları Deva-i Misk, Kallavi Kurabiyesi, badem ezmesi almayı ihmal etmedik. Böylece ağızlarımız tatlanırken, gelemeyen dostlarımızı da hatırlamış olduk. Edirne’nin olmazsa olmazı tava ciğeri ağzımızda uzun sürecek güzel bir hatıra bıraktı.
Yediğimiz, içtiğimiz bize kalırken, bazı bilgiler de edindik. Anlatan ve aktaran olarak sürç-i lisan ettiysek af diledik.
Geriye dönüp baktığımızda anlatılan bazı noktaları kısaca hatırlatmak istedik. Olur ya,gitmek isteyenlere birer iştah açıcı olsun.
4.yy eğer Konstantin( bizlerin deyişiyle) Edirne yakınlarında Lucinus’a karşı zafer elde etmemiş olsaydı kadim İstanbul’umuza belki Konstantiniye demeyecek, tarih yeniden yazılacaktı.
14.ay’da Osmanlı egemenliğine giren Edirne 92 yıl boyunca başkent olacak ve üzerine 8 adet taş köprü yapılacaktı. Bugün hala ayaktalar.
Çoğunlukla Çelebi Mehmet olarak tanılan 1. Mehmed zamansız ölümünden sonra kardeş kavgasına neden olmamak için ölü vücudu Bursa’ya getirilirken, iç organlarının miskinler mezarlığına gömüldüğünü öğrendik.
Gülün Isparta’ya ve Bulgaristan’a Edirne’den yayıldığını hatırlarken, Kırkpınar güreşlerinin bugün olması gerek yerden kilometrelerce uzakta yapıldığını ve hatta bu güreşlerin yapılması için inşa edilen stadın tarihi eski saraya zarar verdiğini tespit ettik.
Kakava şenlikleri için kimilerimiz Edirne’ye tekrar gelmek için bir neden olduğunu düşünürken, roman vatandaşlarımızın Hıdrellez kutlamalarını onlarla birlikte yaşamayı istediklerini öğrendik.
Edirne deyince ilk akla gelenin Selimiye Camisi olduğunu biliriz ve okul bilgilerimizden büyük usta Mimar Sinan’ın bu ustalık eserinin tek hatasını tespit ettik: Selimiye’nin İstanbul dışında inşa edilmiş olması.
Bu kadar büyük ve zamanın Rönesans eserlerini geride bırakan Selimiye’nin efsanelerini tek tek çürüttük. Artık hiçbirimiz ters lalenin neden ters olduğu konusunda farklı görüşlerimiz yok.
Yerel halk tarafından Makedon kulesinin terk edilmişliğine üzülürken, şehre ismini veren Roma İmparatoru Hadrian’dan günümüz ulaşan en sağlam yapı olduğunu da fark ettik.Keşke şehir o depremi yaşamamış, bu kule yıktırılmamış olsa idi.
Yapılar yıkılırken, sağlığı kazandıran Edirne’de sağlık müzesi bize Osmanlı dönemi çeşitli teşhis ve tedavi biçimlerini harikulade görselleşen 2.Beyazıd külliyesi artık çoğumuzun dinlemedi bazı Türk müziğindeki makamların ne tür hastalıklara iyi geldiğini öğrendik.
Fatih Sultan Mehmed’in doğduğu kasrı seyrederken, balkan savaşları ve cephaneliklerin ele geçmemesi için yok edilen eski saray gözlerimizin önünde canlandı. Artık bir Kasr’dan başka bir şey kalmamasına üzülürken, günümüze kazandırılan bir yapı hepimizi şaşırttı: Edirne Sinagog’u. Şehirde tek bir Yahudi kaldığı için bugünlerde sadece fotoğraf çeken ziyaretçilerin ağırlayan bu dev eser, çağlar boyu Yahudi göçlerini ve dinler arası hoşgörüyü en iyi şekilde temsil etmesi nedeniyle bizleri memnun etti.
Modern Türkiye’nin kuruluş anlaşmalarından biri olan Lozan’ın Edirne ile bağını eski Edirne garına gittiğimizde daha iyi anladık. Ancak Lozan anıtındaki kadın heykelinin kime ait olduğu çok tartışıldı.
Tarihi Ali Paşa çarşısı, meşhur Rüstem Paşa (dizi furyasından sonra) kervansarayı turizmin son trendine her ne kadar yenik düşmüşse de, Kervansarayların işlevsellikleri hemen birkaç cümleyle dökülüverdi ağzımızdan.
Üç şerefeli ve Eski cami her ne kadar tarihimize ışık tutsa da Edirne’ye gidenlerin hele hele bir akşam üzeriyse saatlerce yanından ayrılamayacakları Mecidiye köprüsü bizleri yine kendisine hayran bıraktı.
Edirne, en yakın zamanda görüşmek üzere, kendine iyi bak. Nehirlerini temiz tut ki, pirinç ambarımız Edirne ithal pirince yenik düşmesin. Hoş çakal
Edirne Notları

Related tags :
Comment here
You must be logged in to post a comment.